13 Aralık 2014 Cumartesi

interstellar

Herkese güzel cumartesileri! Bugün akşam Cemal Süreya'nın tiyatrosuna gidiyorum o yüzden çok heyecanlıyım. Sizlerle de geçen hafta izlediğim Interstellar filmi hakkında konuşmak istiyorum.
Benim izlediğim ilk uzay filmiydi. Daha önce uzayla ilgili bir film yapıldığını bilmiyordum. Uzun olması beni birazcık korkutuyordu, sıkılabilirim diye düşünmüştüm. Annemle gittik, bilmediğim baya bir uzay terimi falan vardı filmin her sahnesinde. Ama izlediğim en muhteşem filmlerde ilk 3e kesinlikle girer, bu sizin için nasıl bir anlam ifade eder bilemiyorum çünkü çok fazla film izlemiş bir insan değilim:) Ama bence gene de harikaydı.
İşte film gelecek zamanda geçiyor, artık dünya yok olmak üzere. İnsanların yaşayabilecekleri daha farklı bir gezegen keşfetmeye çalışıyorlar. Bunun için de ellerindeki en iyi pilot olan Cooper'ı seçiyorlar, ama nasıl seçiliyor falan hepsinin bir nedeni var. Ben filmin en başındaki her sahne ve olayı filmin sonunda nasıl bağladıklarına inanamıyorum. İzlediğiniz her şeyin bir nedeni olduğu gösteriliyor. Benim ağzım açık kaldı, tahmin edemediğim olaylar yaşandı. Filmin bitmesini hiç istemedim, 5saat de olsa izlerdim.
Kesinlikle izleyin, düşüncelerinizi benle paylaşın. Annem o kadar beğenmedi, acaba sizlerden de beğenmeyen çıkacak mı çok merak ediyorum:) Yönetmen Christopher Nolan ayrıca ne kadar kötü olabilir? Okuldaki en sevdiğim hocaya da söyledim izlemesini, bana haber verir büyük ihtimalle o da:)
En kısa zamanda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın!:3
Günün Şarkısı:
günlük seksi Mori fotoğrafı-tırnaklar kesilirken

9 Aralık 2014 Salı

biraz daha cemal süreya

Mirhabalar! Pazartesi matematik bugün de ingilizce sınavına girdim ama yarın için ne ödevim ne de sınavım var. Sadece bu yılbaşı için hazırlamam gereken hediyeler var. Ailecek hediyeleri kendimiz yapmaya karar verdik, benim de tam aklımda bir şey vardı, çok eğelenceli olacak:)
Bugün sizlerle bir Cemal Süreya şiiri daha paylamşak istiyoum, buyurun:

fotoğraf
durakta üç kişi
adam kadın ve çocuk

adamın elleri ceplerinde
kadın çocuğun elini tutmuş

adam hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

kadın güzel
güzel anılar gibi güzel

çocuk
güzel anılar gibi hüzünlü
hüzünlü şarkılar gibi güzel

Onun dışında bir tane daha şiir paylaşmak istiyorum, huzurlu bir akşam olsun:)

camdan
içkievinden çıkınca 
camdan 
demin oturduğum yere
baktım.

sigara paketimi
masada unutmuşum.
sandalyede 
tıpkı benim gibi
oturuyor boşluğum.

bir eli alnında
benim gibi.
ama
biraz daha mı hüzünlü?
otururken de 
biraz daha mı çıkarıyor
kamburunu?

biraz daha mı benziyor
babama?

bir yaş büyüğüm babamdan
ve rüzgar
bir törendeki gibi
çekiştirir durur
yağmurluğumu.

Ayrıca bu cumartesi Barış'ın ablasını da davet ettiğimiz Cemal Süreya tiyatrosuna gidiyoruz yehuy!:) Helin'in de Cemal Süreya'yı çok sevdiğini anlamıştım zaten, anneme de söylediğimde onu da davet etmemi istedi. Çok heyecanlı olacağa bezniyor. Bir daha görüşüne kadar kendinize iyi bakın o zaman!
Günün Şarkısı:
günlük seksi Mori fotoğrafı

6 Aralık 2014 Cumartesi

the lord of the rings-the two towers

Bugün yufka almaya giderken yolda bir kedi gördüm, eğilip yanıma çağırdım. Miyavlaya miyavlaya koştu bana doğru, sürtündü de sürtündü. Hemen kaldırımın orda da açık bir tane ıslak mama vardı, çoğu bitmiş içerisinde iki üç tanesi kalmıştı. Yere döktüm onu, yedi yavaş yavaş. Eve ağzımda kocaman bir gülümseme ile döndüm:)
Çok yoğun bir kasım ayı geçirdim aslında, her gün okumam gerekse de bazı günler uykuma yenik düştüm, bazı günler ise hiç zamanım olmadı. Aralık ayının 2günü ile birlikte bitirdim bu güzel kitabı. Sizlerle tekrar aldığım notları paylaşmak isterim, bu seferkiler daha çok diyaloglarda geçen beğendiğim kısımlardan oluşuyor, buyurun:

  • Legolas her zamanki gibi kuş misali hafif adımlarla yürüyor, ayakları sanki yerdeki otlara ancak değiyor, geçerken hiç bir ayak izi bırakmıyordu; elflerin verdiği yolluklarla ihtiyacı olan bütün gıdayı bulabiliyordu ve bu dünyanın ışığında gözleri açık yürürken bile zihnini elfçe rüyaların garip yollarında dinlendirerek uyuyabiliyordu.
  • "Smeagol hep yardım eder, eğer isterlerse, güsel güsel isterlerse."
  • Sam aniden güldü, bir şey komik geldiğinden değil, gönül hoşluğundan güldü.
  • Hobbitler yemek pişirmesini okuma yazma öğrenmeden önce öğrenirler.
  • Entlerin felsefesi "aceleye gerek yok".
  • Gandalf'ın isimleri:
  1. Kuzeyde-Gandalf
  2. Güneyde-İncanus
  3. Batıda-Olorin
  4. Cüceler tarafından-Tharkün
  5. Elfler tarafından-Mithrandir
Not aldığım kısımlar bu kadar, en kısa zamanda görüşmek üzere hepinize iyi cumartesiler!:3
Günün Şarkısı:
günlük seksi Mori fotoğrafı

5 Aralık 2014 Cuma

gizemli anılar

Şu anda youtube'da severek günlük videolarını izlediğim çiftin ayrıldığını öğrendiğim için birazcık üzgünüm. 4yıldır beraberlerdi ve seneye Ekim ayında evlenceklerdi. Genelde filmleri çift bir araya geldikten sonra bitirirler ya, sanki burda ayrılana kadar çekilmiş bir film ortaya çıkmış da onu izlemişim gibi hissediyorum. Uzun bir süredir de takip ediyorum, off off sanki ben ayrılmışım gibi.
Bir de dün akşam Lord Of The Rings'in ikinci kitabını bitirdim, yehuy! Yakında onunla ilgili yazım geliyor:) Ama bugün sizlerle konuşmak istediğim konu birazcık farklı. Size de hiç oluyor mu bilmiyorum ama Sedef'e bu durumu anlattığımda o da bana katıldı. Kafamın içinde küçükken kesinlikle yaşadığıma inandığım anılar var ama aileme bunu sorduğumda onay alamıyorum. Sanki bir rüyaymış gibi bulanık falan hatırlıyorum, her şey net değil ama yaşanmış olmalılar. Kısa bir süreç değildi gibiler. Neler mi bunlar?
Mesela kesinlikle küçükken yaz okuluna gitmiş olduğumu hatırlıyorum. Ama annem veya babam böyle bir şey olmadığını söylüyorlar. Anlattıklarım mantıklı gelmiyor olabilir çünkü abzürd şeyler hatırlıyorum. Beni servisle halamın evinin karşısındaki yere götürüyorlar, ama servis beni nerden alıyor bilinmiyor mesela. Hocamız falan yok, ben duvarda kendi kendime tenis oynuyor, ana okulundan arkadaşlarım var etrafta. Herkes beni çok seviyor, istediğim zaman istediğim yere gidebiliyorum bu alan içerisinde. Mesela dans ettikleri bir alan var, arada orda takılıyorum. Ya da yanlışlıkla korku filmi izlenen bir odaya giriyorum, 5dakka kalıyorum çok korkup çıkıyorum. Kantinden gazoz alıyorum, ondan sonra kusuyorum. Maden suyu içemememin nedeni bu(eğer yaşananlar gerçekse). Ondan sonra servis bizi evlere veya tekrar okula bırakıyor ama ben binmiyorum sanırım. Buraya geliş gidişimi hatırlamıyorum ama kesinlikle böyle bir süreç olduğunu biliyorum. Hayatımdaki en büyük gizem de bu sanırım.
Eğer sizlerin de böyle anıları varsa kesinlikle duymak isterim. En kısa zamanda görüşmek üzere kendinize iyi bakın!
Günün Şarkısı:
Klip de ayrı güzel.
günlük seksi Mori fotoğrafı

2 Aralık 2014 Salı

EUROASIA MUN

Ay kusura bakmayın bu hafta sonu yazamadım maalesef! Ama güzel bir sebebim var, bir konferansa katılmıştım. Daha önce adını duydunuz mu bilmiyorum, Euroasia MUN. Yani EuroAsia Model United Nations Conference. 
Okulda klüp olarak seçmiştim MUN'u. İngilizceyle alakalı olduğunu biliyordum, başka yerlerde konferansa katılındığını biliyordum başka da bir şey bilmiyordum. İngilizceyi severim, konferanslar da güzel olur hocaların takdirini kazanırım diye girdim. İlk günden itibaren tamamen bilmediğim bir dilde konuştular. Tamam ingilizceydi ama kullandıkları kelimeleri hayatımda duymamıştım, tamamen MUNun terimleriydi. Zamanla alışırım diye düşündüysem de öyle olmadı, konferansa kadar hiçbir şey anlamamıştım. Arkadaşlarımın anlatmasını istiyordum ama farklı bir şey söylemiyorlardı, sadece takım elbise giymem gerektiğini söylüyorlardı o kadar. Klüpler boş geçti bir kaç hafta, sanırım gideceğimiz Hacettepe okulundan mail bekliyorduk. Ben de bana anlattıkları kadarından başlayayım dedim ve kıyafet alışverişine çıktık anne babamla. Güzel bir takım elbise bulduk, etek aldık. Topuklu giyilmesi gerekiyormuş bir de, evdeki annemin botlarını giyecektim çünkü dünyanın en harika ayakkabıları, topukları da kalın. Gömlek yerine içime tişört giymeye karar verdim, saçlarımı da evdeki düzleştirme makinesiyle yapacaktım. Klasik göz kalemimi de çektikten sonra hazırdım, ha bir de lenslerim vardı tabii. Gözlükler kirlenir falan uğraşamam. Son hafta mail geldi bize, üç tane ülke ismi gönderilmişti. Altında da başlıklar vardı, DISEC, SOCHUM gibi. Yani bizim bir ülkeyi temsil etmemiz gerekiyormuş bu konferansta, altakki başlıklar da konferansta katılacağımız komitelermiş. Ülkelerimiz Azerbeycan, Polonya ve Yeni Zelandaydı. Tabii ki Lord Of The Rings'ten dolayı direk Yeni Zelanda'ya yöneldim ben. Deneyimli olanlar DISEC'i seçtiler, bu komitede ülkedeki siyasi ve savaş olayları falan tartışılıyormuş. Ben SOCHUM'u seçtim, insanların sorun yaşadıkları olaylar ve ülkenin gelişimi için çözümler üretilen bir komiteydi bu. Bu seneki konumuz ise insan haklarıydı. Yapmam gereken şey Yeni Zelanda hakkında genel bir bilgi edinip, ülkede insan haklarının neler olduğunu araştırmaktı. Bir de açılış konuşması yazmam gerekiyordu. Annemin de yardımıyla bunları tamamladım. Sadece bir haftamız vardı ama, geçen sene falan 2 ayda hazırlanmışlar, bize sadece 1 hafta verdiler, bu da birazcık sorun çıkardı açıkçası. Geçen hafta çarşambadan başlayıp pazar günü bitiyordu konferans. Her gün sabah 9da başlayıp 6da bitiyordu. Okulumuz da Hacettepeydi ve kesinlikle herkes ingilizce konuşuyordu. 
İlk gün okuldan servisle gittik Hacettepe'ye. Okula girdiğimizde yanımızda hiçbir öğretmenin olmadığını fark ettik. 9lardan 8 kişi 10lardan ise 4 kişi vardı. Giriş yeri kalabalıktı ve insanlar birbirleriyle konuşuyorlardı. Bir süre sonra hocamız geldi, biz de dosyamızı ve yaka kartımızı aldık görevlilerden. İlk gün yapılması gerekenler insanlarla tanışıp müttefik olmaya çalışmak ve bir kaç konferansa katılmaktı. Benim ilk deneyimim olduğu için her gün ayrı ayrı çok eğelendim açıkçası ama Barış falan sıkılmıştı. 
Konuşanın ilerleyişini hangi komitede olduğunuz etkiliyordu. İnsanlar isminizden önce komitenizi soruyor, aynı komitedeyseniz isminizi öğreniyorlar eğer değilseniz de gidiyorlardı. İlk günümüz böyle bitti, topuklulardan birazcık yorulmuştum lensler de gözümü yormuştu. İkinci gün asıl session denen tartışmaların yapıldığı konferanslar başladı. Anfilere gidip, ülkemizin yazdığı küçücük masalara oturduk. Açılış konuşmasının yapıldığı gündü Cuma. 45saniyemiz vardı ve benim hani bir yerden sonra alışırsın şeysi olmadı. Bütün konuşmam boyunca titredim, ondan sonra da titremeye devam ettim. Bu konferanslarda ortaya insan haklarıyla ilgili bir konu atılıyordu ve insanlar söz alarak düşüncelerini paylaşıyorlardı, tamamen ingilizce. Bir de tamamen resmi bir dille konuşuluyordu. Sessionların yapıldığı ilk gün baya bir zorluk çektim ama cumartesi ve pazar günleri baya rahattım, her şeyi anlıyordum. 
Aslında ben de söz alıp konuşmayı çok isterdim ama o birazcık yemedi. Ve şunu öğrendim, bu konferansta önemli olan ingilizce falan değil, tamamen özgüven. Kesinlikle de katılacağım diğer konferanslarda söz almayı düşünüyorum. 
Son gün iki tane session vardı ve DISEC komitesiyle SOCHUM birleşmişti. Sessionlar tamamen bittiğinde çok üzülmüştüm açıkçası, 4gün boyunca çok eğelenmiştim ve ortama daha yeni yeni ısınmaya başlıyordum. Bir tane kapanış seramonisi yapıldı ve konferans tamamen bitti. Ha bide, bize ülkelerimizin isimlerinin yazdığı kartları hediye ettiler ve imzalatmamızı istediler, dünyanın en güzel şeysi ya! 
Bunun bana kattığı çok önemli şeyler oldu bu arada. Kesinlikle kendime daha çok güveniyorum, MUN'un ne olduğunu öğrendim ve diğerlerine katılıp söz almayı çok istiyorum, ilk konferansa göre güzel arkadaşlar edindim ve ingilizcenin resmi dilini az çok öğrenmeye başladım. Bitmesine sevindiğim tek şey ise her sabah saçımı düzleştirmeyecek olmam, topukluları giymeyip, lens takmayacak ve makyaj yapmayacak olmam. Yataktan kalktığım gibi okula gitmeye başlayabilirim tekrar.
Kendinize iyi bakın, hepinizin Aralık ayı kutlu olsun! Kış resmen geldi, benden mutlusu yok!
Günün Şarkısı:
günlük seksi Mori fotoğrafı

24 Kasım 2014 Pazartesi

gone girl

Mirhaba arkadaşlar, bu benim 50.yazım!:)
Öğretmenler gününden dolayı çok yorucu bir gün geçirdim. Konferans yapıldı ve öğretmenlerin çocukluk fotoğrafları götserildi. Bugün lisedeki konferansların daha eğelenceli olduklarını gördüm:) Konferansın diğer kısmında ise öğrencilerin öğretmenlere yazdıkları notları okudular ve o kadar uzun sürdü ki, ölmek üzereydim. Hediyesini almak için sahneye çıkan her öğretmeni öküz gibi alkışlayıp bağırdığım için sesim de gitti zaten. Son iki ders de hocalar kitap okumamıza izin verince iyice uykum geldi, eve gelirken de farklı bir servis şoförü vardı ona yolu tarif ettim, hava da o kadar soğuk ki indiğim yerden eve geçtiğim 2saniyelik süreçte bile donabilirdim.
Sizlerle konuşmak istediğim konu ise geçen hafta sonu izlediğim Gone Girl! David Fincher yönetmiş zaten, hiçbir şekilde beğenmemem mümkün değildi. Onun dışında sevgili Ben Affleck ile ilk defa karşılaştım.
Tabii ki yönetmenimiz kimsenin tahmin edemeyeceği bir son yazmış. Örneğin annemin tahmini birinci yarının sonunda açıklanmıştı:) Film hakkında kendim pek bir şey yazmak istemiyorum, fragmanda filmin ne kadarı gösterilmek istendiyse gösterilmiş zaten. Sadece buna aileniz ile gitmek ne kadar uygundur bilemem:) Annemle yeni yeni öpüşme sahnelerinin olduğu şeyleri izlemeye alışmışken buna babamla gitmek hiç güzel olmadı.
Sadece bir kere izlemekle yetineceğim bir film olduğunu düşünmüyorum. Bir kaç ay sonra tekrar izleyebilirim, bütün diğer David Fincher filmleriyle beraber. Ayrıca sindirmem de bir kaç gün sürdü zaten. Örneğin filmin romantizm ile hiç alakası yok nerdeyse ama ben filmi izlediğimin ertesi günü aşka inanmayı bırakmıştım. Bu düşüncemin hala etkileri devam ediyor ama o zamanki kadar katı değilim. Herkeste farklı etkiler bırakabilir bence ya da ben fazla etkilenmiş olabilirim. Neden bilmiyorum ama ciddi ciddi bu filme karşı daha adı konulmamış duygularım var, hissedebiliyorum ama ne olduklarını bilmiyorum. Hani filme karşı aşktan biraz, nefretten biraz, izlediğim halde bitmemiş meraktan biraz. Sizin de düşüncelerinizi almak isterim.
Dün annemin doğum günüydü, genelde pazar günleri yazmaya çalışıyorum ama dün başaramadım kusura bakmayın. Ama çok güzel geçti, geçirdiği en güzel doğum günlerinden bir tanesiymiş:)
Okulda da Sedefle ne kadar güldüğümü fark ettim, hani böyle karnımın kasılıp yerlere oturacağım duruma gelene kadar olanlardan. Bunu fark etmek beni mutlu etti.
Kendinize iyi bakın!:3
Deli gibi bu şarkıyı dinliyorum şu sıralar, çok güzel. Buyrun günün şarkısı:

günlük seksi Mori fotoğrafı

22 Kasım 2014 Cumartesi

kitap cenneti


Bu hafta sonu ne kadar yoğun geçecek tahmin edemezsiniz. Bugün Cody'nin doğum günü:) Gecenin köründe bir tweet atarak kutladım, cevap verdi:) Onun dışında da yarın annemin doğum günü. Şu hobbitlerin kendi doğum günlerinde hediye verme işlerini çok beğenmiş sanırım, bu doğum gününde bir çılgınlık yapıp böyle kutlamak istiyor. Bana ve Mina'ya hediyelerini hazırlamış, çok heyecanlı bu konuda. Sanırım bundan sonra bizim ailede herkesin doğum günleri daha da bir heyecanlı geçecek, bundan şikayet edemem:)
Sınavlar bittiği için çok fazla ödev vermeye başladılar. Matematikte sevdiğim yerlere geldik ama problemler gittikçe daha çok zaman almaya başladı. En az 2saatimi ayıracağım bir çalışma kağıdı verdi hocamız. Onun dışında da coğrafya hocamız bizden test çözüp getirmemizi istiyor. Ama son dersimiz çok güzel geçmişti hocayla, espri yapıyordu sürekli ve gülüyordu:)
Son zamanlarda okumak istediğim o kadar çok kitap var ki aklımda, hepsini de aynı anda okumak istiyorum, her biri için ayrı heyecanlıyım. Şu anda Lord Of The Rings'in ikinci kitabı ile beraber başka bir kitap daha okuyorum, üçüncüsüne başlayamayacağım şu sıralar ama keşke yapabilsem. Kitaplarımız şunlar:

Let It Snow:
Üç tane yazarın yazdıkları kısa öykülerin birleşmesiyle oluşturulmuş. Üçü de Christmas ile alakalı. Okumaya başlamak için daha muhteşem bir zaman düşünemiyorum, yakında kar yağmaya da başlayacak tam olacak. Şu anda okuduğum ikinci kitap bu. Yazarlardan bir tanesi John Green, alma sebeplerimden bir tanesi de buydu. Diğeri ise kitabın kapağını çok beğendim:) Daha türkçeye çevrilmemiş, ben de bekleyemeyeceğimi düşündüğüm için ingilizcesini aldım. Hobbit'i ingilizce okuduktan sonra bir özgüven gelmişti zaten. Bu daha da basit tabii ki, şu anda Lord Of The Rings'in türkçesinden daha kolay okuyorum bu kitabı:) Tamamen okumayı bitirdikten sonra yorumlarımı yazarım. 
Kullandığım ayraç da bütün John Green'in kitaplarını okumak için kullandığım ayraç:) 

Will Grayson, Will Grayson:
Üsteki kitap ile aynı yerde gördüm bu kitabı. Aynı isim ve soyadını paylaşan iki insanın karşılaşması ile hayatlarının nasıl değiştiğini anlatıyormuş, en azından kitabın arkasında böyle yazıyordu. Yazarımız John Green:) Ve aynı zamanda David Leuithan. İkisi beraber yazmışlar. Annem bir Will Grayson'ı John Green'in, diğerini ise diğer yazarın yazmış olabileceğini söyledi, bence mantıklı:) Bu kitabın da türkçesi daha çevirlmemişti, ingilizcesini aldık biz de:) Annem bana bu kitabı yılbaşı için vereceğini söylemişti ama bir gün odama elinde bunla geldi, sanırım yılbaşı için başka planları var:) Bu kitap için de kullanacağım ayraç belli.
Çavdar Tarlasında Çocuklar:
Annem bu kitabı geçen hafta tekrar okudu ve yine hayran kaldı. Bana kitabı verirken de içine büyülü bir kitap olduğunu yazmış. Yazarı, J.D. Salinger ile ilgili izlediği belgeselden de bana izlettiği parçalarda herkesin hayran kaldığı bir kitap olduğunu gördüm. Bu kitap için diğerlerinden de çok heyecanlıyım ve bir an önce başlayabilmek istiyorum.
İlk okumaya başladığım zamanlarda Hunger Games'in serisini bitirmiştim. Şimdi üçüncü kitabın birinci partı çıktı, ona gitmeyi umuyorum. Aslında gitmek istediğim de bir çok film var. Neler olacağını bildiğim için daha da heyecanlıyım, okuyalı uzun zaman oldu ama en azından okumuşum:) Geçen hafta da Gone Girl'e gittim, harikaydı. Onu da yazayım zamanla. Şimdilik kendinize iyi bakın, güzel cumartesiler.
Günün şarkısını özellikle klibi için seçtim, küçükken annem izletmişti ve çok beğenmişitm, birazcık anılarım depreşti:
günlük seksi Mori fotoğrafı